19 Kasım 2008 Çarşamba

Zembilfiros



Her şeyin anlamı ve anlatımı değişmiş diyorlar. Oysa benim için hala gizemini kaybetmeyen efsanelerimize olan çoşkulu tutkum, hiç değişmedi. Özellikle Mezopotamya' da, her şeyin ilkinin yaşandığı Kürt coğrafyasında , zembilfroş bir ilktir. Bu efsane; bilinen sevda destanlarından çok farklıdır. Çünkü, bu karşılıksız bir aşkın, karşılık veremeyenin trajik destanıdır.Zembilfroş , insanüstü bir gayretin ve kişiliğin, nefsine karşı kazandığı büyük bir kahramanlık örneği ve irade savaşıdır. Uzak tarihin bütün aşk hikayelerinde insanlar aşkın peşinde koşarken, çağdaş yaşamda aşkların birbirini kaybettiği görülür . Özelikle efsanelerimizin gizemini neden kaybetmediğini daha iyi kavramış olmak için Kürt evrimiyle de ilintili olan ve çok geçmiş zamanlara kadar uzanmış sözlü eserlere sahip olduğumuzun değerini bilmemiz gerekir.
ıÜüAnlatılara göre, çok zengin bir beyin oğlu olan Zembilfroş yakışıklı, doğal olarak avlanmayı ve eğlenmeyi severmiş her bey çocuğu gibi. Ta ki, günün birinde bir mezarlıktan geçerken, ruh dünyasında yaşadığı doğaüstü değişime kadar... İşte o mezarlıktan geçerken, yaşamı ve ölümü düşünür, kıyaslar... Sadece soyut bir kıyaslama değildir. Mala, mülke, zevke, sefaya sahip olmakla, bunlardan yoksun olmanın getirdiği iki farklı yaşam, bu iki farklı yaşamın sonucunda ortak tek bir kader: Ve ölüm!.. Peki nasıl biri olarak ölecektir? Varlıklı, boş biri olarak mı, yoksa belli ideallerin peşinden koşan, onurlu, halkının içinde, halkın gerçekliğini kavramış biri olarak mı? O, ikinciyi tercih eder, yani ideallerinin peşinden gitmeyi yeğler. Eşi ve çocuklarını da yanına alarak, bulunduğu görkemli hayattan uzaklaşır . Köy-köy, şehir-şehir dolaşarak zembil (sepet) satmaya, böylece hayatını kazanmaya başlar. Zembil sattığı için de adı 'Zembilfroş' tur.
Günün birinde, şehirde zembil satarken Mir'in karısı görür ve ona aşık olur. Zembil alma bahanesiyle saraya davet eder ve aşkını dizelere dökerek. Xatun'un Zembilfroş'a seslenişi şöyle olur:'Zembilfroş zembila tine / Zembilfroş zembil getirirDikan bi dikan digerine / Dükkanları dolaştırırHiş le xatz(nê namine / Hatun'un aklı başından giderSerî le zeman digerine / Başında zamanı dolaştırır...Gazi dike ku bibine / Çağırır onu, der: Beni gör ve gelWere ser doşeka mire / Gel Mir'in döşeğine oturLe te helal, herama mire / Mir'e haram olan sana helaldirBidime te zulfi herire / Zulfi heriri vereyim sanaÇavê min e xezalan e / Gözlerim ceylanların gözündendirSingamin wek zozana ne / Göğsüm yaylaya benzerBejna min wek rihan e / Reyhan gibi uzundur boyumCiqa beji hejane...' / Ne dersen kabulümdürZembilfroş şöyle karşılık verir:
Hatun ben tövbekar biriyim/Güzel ben tövbekar biriyim/çocuklarım evde ve açtır/Yukarıdaki tanrının hatırına, yapamam
Zembilfroş, hiç kimsenin reddemeyeceği güzeller güzeli Xatun'un aşkını reddeder . Xatun kabul etmez elbette. Xatun Zembilfroş'u orada tutuklatır ve zindana hapsettirir ve zincire vurdurur. Xatun, Zembilfroş'a olan aşkından vazgeçmez. Ona verdiği saltanatı ne zaman kabul ederse, o zaman serbest bırakılacağını ve özgürlüğüne kavuşacağını söyler.Fakat Zembilfroş, yaşam ilkeleri doğrultusunda direnecektir. Derken günün birinde, ibadet etme bahanesiyle zincirlerini söktürür ve ibadet sırasında saraydan kaçmayı dener. Ancak kaçacak yer bulamaz ve teslim olması istenir. Buna karşı çıkan Zembilfroş, sarayın burçlarından aşağıya atar kendini ve inançları, idealleriyle ölmeyi seçer. Gül Xatun da peşinden atlayarak sevdiğine destanıyla kavuşur.
Zembilfroş mezarlığı, Zaxo ile Dohuk yolu üzerinde bulunan Sirgut köyünde bulunduğu ve Zembilfroş destanının burada yaşandığı söylense de bir diğer anlatıya göre efsane Silvan’da geçmiş. Bir gün sepetçi evde yok iken Gül hatun zembilcinin karısına derdini anlatmış; pek çok mücevher, altın vererek bir geceliğine yerine geçip kocasıyla yatmak istediğini söylemiş. Yoksuluktan canı yanan karısı 'al kocam senin olsun' demiş . O gece karısının giysilerini giyen Gül Hatun ayak bileğindeki halhalı çıkarmayı unutmuş. Halhalın şıngırdamasıyla yatağa giren kişinin karısı olmadığını anlayan sepetçi yataktan fırlayıp dağlara kaçmış. Arkasından Gül Hatun da, ya benim olacaksın ya da toprağın diyerek arkasından koşmuş. Sepetçi bu durumdan kurtulmak için Allah'a yalvarmış, ölümünü istemiş. Dağın tepesinde uçurumdan atlayarak hayatına son vermiş. Silvan’ın kuzeydoğusuna düşen , altı kilometre uzaklıktaki bu dağın tepesinde gömülü oldukları ve hala orada her bahar türbelerinde çok güzel çiçeklerin açtığı söylenir. Ayrıca bütün Botan Zembilfroş'u Allaha sığınarak, halkın çektiği sıkıntıları kendisi çekerek, huzur bulmak isteyen biri olarak bilir. Günümüz için pek anlamı olmayan sepetçinin inadını anlamak bugün için zor tabi. Beyliği terk edecek; karısına, çocuğuna yoksulluk yaşatacak, sonra da Gül Hatun’un aşkına karşılık vermemek için ölüme atlayıp Gül Hatun’u da peşi sıra ölüme sürükleyecek. O dönemin şeref ve namus timsali biri olan Zembilfroş kimseye söz hakkı vermeden hep kendi isteğini yerine getirmiş biri.
Bu arada Kürt kadının aşkı yaşayamadığına ve duygularını belirtemediğine dair yapılan bilimsel araştırmalara, tezlere gerek olmadan, aksine sadece efsaneler bile, Kürt kadının aşkı ölümüne yaşadığının kanıtı olarak görülebilir. Bugüne kadar lirik Kürt şiirleri çoğunlukla kadın duygularından esinlenmiştir. Şarkıların, ninnilerin, ağıtların büyük bir kısmı kadınlar tarafından yazılmıştır.
İşin asıl hazin olan tarafı ise, uzak tarihten bugüne, Kürt kadını aşkına karşılık bulamadığı zaman ölüyor, kavuşamadığı zaman da ölüyor, kavuştuğu zaman da ezilip ölüyor, namus davasında ölüyor, töreye kurban edilerek ölüyor, Kürt kadını hep ölüyor...
********
Demokratik özgür kadın hareketi Batman Şubesine mensup bayanlar, kadına yönelik fiziksel, psikolojik, ekonomik ve cinsel şiddete karşı etkin mücadele vermek için hazırlıklarına hız verdiler.
"Biz bayanız, kimsenin namusu değiliz, namusumuz özgürlüğümüzdür." sloganıyla başlatılan ve 22 kasımda düzenleyecekleri mitinglerinde kadınlar, militarizme, devlet şiddetine, aile içi şiddete, namus adı altında işlenen cinayetlere, tacize, tecavüze, cinsiyetçiliğe, emeğimizin sömürülmesine, cinsel kimliklere karşı ayırımcılığa, zorla evlendirilmeye "hayır" diyecekler. Kısacası kadına yönelik her haykırışa ben de "hayır" diyorum ...
Benisamailto:Benisa2@mynet.com


UFUKTANYerel seçimler yaklaştıkça, tüm güçler de ellerindeki son kozları oynuyor. Türkiye açısından yerel seçimlerin en önemli özelliği, Kürdistan’daki belediyeleri kimin kazanacağı sorunudur. Bu sebeple de devletin-hükümetin çalışmalarının çoğu buraya endekslenmiş durumda. DTP’ye karşı devlet partisi olarak AKP ‘tek başına’ seçime girecek. Diğer partiler ne kadar çelişkili, çatışmalı da olsalar AKP lehine geri çekilecek. Yani denilebilir ki, Kürt halkının kimlik ve özgürlük talepleri için mücadele eden DTP’nin karşısında devletin özel savaş partisi olan, ‘tek millet, tek devlet, tek dil’ci AKP olacak.Tabii AKP de, işdamlarının desteğiyle, işbirlikçi Kürtlerle, islamcı yardım kuruluşlarıyla, başta Fetullahçılar olmak üzere tüm islami cemaatlerle birlikte Kürdistan’da belediyeleri almak için tüm gücüyle çalışıyor. Devletin tüm bürokratları, işbirlikçileri, ajanları da AKP’nin seçimi kazanması için her şeyini ortaya koyuyor. Bu anlamda yerel seçimlerin bir referandum niteliğinde olacağı tespiti ete kemiğe bürünmüş oluyor.Özgürlük Hareketi’nin gelişimini engellemek, tüm dünyaya ‘Kürtlerin temsilcisi bizim’ diyebilmek için Türk devleti ve AKP hükümeti özellikle Kürdistan’da yerel seçimler kazanmak istiyor. Türkiye’de kimin kazandığının onlar açısında hiçbir kıymeti harbeyesi yok. AKP ve Erdoğan’ın kaderi de bu seçimle belirlenmiş olacak. Yani dananın kuyruğu onlar açısından bu seçimle kopacak. Eğer AKP, devletin ona biçtiği misyon doğrultusunda Kürdistan’daki –özellikle Amed, Dersim, Batman başta olmak üzere– belediyeleri kazanırsa, iktidarını sürdürebilecek. Yok, kazanamazsa iktidardan uzaklaştırılacak. Hatta bu ekibin yaptığı tüm yolsuzluklar, devlet kurumlarındaki kadrolaşması, türban vb. konularda yaptığı çıkışların hesabı burunlarından fitil fitil getirilecek. Tüm bu sebeplerle AKP –ve AKP’nin kazanmasını isteyen herkes– yerel seçimlerde başarılı olmak için gece gündüz çalışıyor. Devlet tüm kaynaklarını bu noktada AKP’nin hizmetine vermiş durumda. Bir yandan DTP’li belediyeler, milletvekilleri teşhir edilmeye çalışılırken diğer yandan da tüm AKP’li belediyeler vasıtasıyla yoksul Kürt insanları satın alınmaya çalışılıyor. Kömür, temel ihtiyaç maddeleri, yeşil kart vb. yardımlarla Kürtler satın alınmak isteniyor.Devletin tüm imamları, bürokratları, asker ve polisi de Kürdistan’da desteğini AKP’ye vermenin yanı sıra her birisi birer AKP’li gibi çalışıyor. Türk medyasının tüm önemli kalemşörleri Kürdistan’daki belediyelerin AKP’nin kazanmasının ne kadar önemli olduğunu yazıp çiziyorlar. Hatta açık destek veriyorlar. Görüldüğü gibi AKP yerel seçimlere, devletin açık desteğini alarak seferberlik ruhuyla hazırlanıyor. Bunu bir varlık yokluk sorunu olarak el aldığı için her türlü kirli politikayı da uyguluyor. Böylesi bir gerçeklik içinde tabii ki, DTP ve demokrasi güçleri de yerel seçimlere bir seferberlik ruhuyla hazırlanmak zorundadır. Aylardır çatı partisi konusunda tartışma yürüten, toplantılar yapan ama bir türlü noktalayamayan demokrasi güçleri yerel seçimlere de aynı mantıkla yaklaşamaz, yaklaşmamalıdır. Özellikle DTP, varolan tüm potansiyelini en üst düzey de harekete geçirerek tüm Kürtlere ulaşmalı, örgütlemeli ‘AKP’ye bir oy bile gitmemeli’ şiarıyla seçim çalışmalarına yüklenmelidir. Avrupa’da yaşayan tüm Kürdistanlılar, demokratlar, solcular, devrimciler ve Aleviler de yerel seçimlerde DTP’yi ve demokrasi güçlerini yalnız bırakmamalıdır. Herkes tüm akrabalarını, tanıdıklarını AKP ve devletin politikaları konusunda şimdiden aydınlatmalı. AKP’ye oy verilmesini engellemeli, tüm oyların DTP ve demokrasi güçlerine akması sağlanmalıdır. Unutulmamalı ki, AKP’ye verilen her oy Kürtlere, demokrasi ve barış yanlılarına sıkılan kurşundur. AKP’ye verilen her oy, Türk sömürgeciliğinin Kürdistan’da yeniden kendisini örgütlemesi olacaktır.Sonuç olarak yerel seçimleri devlet ve AKP her ne kadar bir referandum olarak değerlendiriyorsa, bizler de Kürtler ve demokrasi güçleri için bir referandum olarak ele almamız gerekir. Bu yüzden ‘daha seçimlere çok var, şimdi bir şey yapmaya gerek yok’ demek, ‘zaten Kürtler ve demokratlar AKP’ye oy vermeyecek’ diye düşünmek bir gaflet olur. Çalışmadan, emek harcanmadan, insanlar bilinçlendirilmeden başarılı olmak mümkün olmaz. Bu anlamda şimdiden üzerimize düşeni yaparak, Kürdistan ve Türkiye’yi kirleten, mideleri bulandıran bu ‘pislikten’ kurtulmalıyız. Yeni Özgür Politika

17 Kasım 2008 Pazartesi

Dil ve Entegrasyon semineri

Yillik düzenlenen FABIA ve CARITAS SCHWEIZ IN ISBIRLIGIYLE YÜRÜTÜLEN UYUM VE KÜLTÜREL PROJELER HAFTASI lUZERN kÜRT kÜLTÜR VE eNTEGRASYON DERNEGIMIZDE DEVAM ETMEKTEDIR.
15 Kasim günü proje dahilinde Entegrasyon ve dil konusunda bilgilendirme,tartisma semineri verildi.FABIA dan konu uzmanlarinin davet edildigi seminer toplantisi yaklasik iki saat devam etti.
Yabanci ülkede bulunmanin yol actigi dil ve uyum sikintilari ile cözüm konulu konusmaya dinleyicilerin soru ve yorumlariyla devam etti.

Murat Kaya

1 Kasım 2008 Cumartesi

STOP IZOLATIONS IN IMRALI


An die Öffentlichkeit
Angriff auf Öcalan im Imrali Gefängnis
Laut Erklärung der Verteidiger des Rechtsbüros des Jahrhunderts (Asrin Hukuk Bürosu) wurde der kurdische Volksführer Abdullah Öcalan, der sich seit neun Jahren in Einzelhaft auf der Gefängnisinsel Imrali befindet, seitens des Gefängnispersonals körperlich angegriffen. Hierzu gab das Rechtsbüro des Jahrhunderts folgende schriftliche Erklärung ab: “Unser Mandant Abdullah Öcalan befindet sich seit neun Jahren als einziger Gefangener auf der geschlossenen Gefängnisanstalt Imrali und wird unter schwersten Isolationsbedingungen gehalten. In den letzten fünf Jahren wurde er zahlreiche Male mit ´Bunkerhaft` bestraft, was so was wie „Zelle in der Zelle“ bedeutet. Neben diesen rechtswidrigen Behandlungen wurde unser Mandant letzte Woche mit unmenschlichen Maßnamen und äußert schlechter Behandlung konfrontiert.
„Das kommt auch noch!“
Die Zelle unseres Mandanten, wurde unter dem Vorwand “die Zelle zu durchsuchen” verwüstet. Als unser Mandat sich hiergegen äußert wird ihm gesagt „sei ruhig, du darfst nicht reden, du hast nicht einmal das Recht ein Wort zu sagen“. Darauffolgend wird er von zwei Beamten die ihn an seinen Armen greifen, in eine benachbarte Zelle geführt. Hier stößt einer der Beamten gegen den Rücken unseres Mandanten, so dass er mit den Knien auf den Boden fällt. Unser Mandant spricht zu den Beamten und äußert, „dass sie ihn lieber Töten sollen statt ihn so zu behandeln“. Daraufhin wird er deutlich mit einer Drohung konfrontiert. Einer der Beamten sagt „das wird auch noch kommen“.
Hier herrschen Zeiten des Gefängnisses von Diyarbakir
In der Erklärung der Verteidiger heißt es weiterhin: “Zweifelsohne, ist dieser Vorfall, der erstmalig seit neun Jahren auf Imrali zu sehen ist, als Folter und unmenschliche Behandlung zu bezeichnen. Wir gehen davon aus, dass der körperliche Angriff gegen unseren Mandanten nicht zufällig stattgefunden hat. Parallel zu der gegenwärtig in der Türkei eskalierenden Situation tritt plötzlich solch ein Vorfall auf. Auffallend hierbei ist, dass vor kurzer Zeit das Gefängnispersonal gewechselt worden ist. Wir sind fest davon überzeugt, dass dieser Vorfall nicht auf die Eigeninitiative des Gefängnispersonals zurückzuführen ist.
Der rechtliche Status der Insel Imrali sowie die betreffenden Verwaltungsmaßnahmen unterstehen nicht wie bei allen anderen Gefangenen dem Justizministerium sondern dem sogenannten Krisenstab, der wiederum direkt dem Generalstab des Nationalen Sicherheitsrats also dem Amt des Ministerpräsidenten untersteht. Folglich ist dieser Vorfall eben dem Amt des Ministerpräsidenten zuzuschreiben. Es gleicht den Vorfällen von 1982 des Gefängnisses in Diyarbakir.
Die Verantwortlichen müssen sofort aufgedeckt werden
Zum weiteren erklärte unser Mandant, dass er gegenüber diesen Provokationen Vernunft bewahren wird. „Es ist mir klar, dass es sich hierbei um bewusste Provokationen handelt. Aufgrund des Verantwortungsbewusstseins meinem Volk gegenüber, werde ich diese Provokationen nicht eingehen. Ich werde die Vernunft bewahren. Offensichtlich ist, und das sollte jeder wissen, dass der Staat die Verantwortung von diesen Vorfällen trägt“.
Nochmals möchten wir darauf hinweisen, dass solche und ähnliche Geschehnisse nicht ohne grünes Licht des Generalstabs des Nationalen Sicherheitsrates passieren können. Hieraus folgt, dass ohne Frage der Staat selber von diesem Vorfall verantwortlich ist. Wir fordern den Staat unverzüglich auf, Stellung zu diesem Vorfall zu beziehen und die Verantwortlichen entsprechend aufzudecken